Dürüstlüğün tanımı tek midir? Belki de kişiye ve durumlara göre değişebilir. İlk akla gelen anlamı "yalan söylememek" olabilir. Her daim dorğuyu konuşmak da olabilir. Bunlar yüzeysel anlamları bana kalırsa.
Zaten yüzeysel olanı pek de yapılanı değildir. Bana kalırsa, dürüst olmak demek "net", "açık" ve "dolaysız" olmak demektir. Yani, bir konuda söylenecek, itiraf edilecek ya da ifade edilmesi gerekecek bir şey varsa, onu saptırmadan, çeşitli nedenlerle ve olası durumlar ile süslemeden anlatmak.
Örneğin,
-ben bunu yapmanı istemiyordum, neden yaptın?
-işte o geldi, ben de gittim. Sen de olmayınca o geldi.
Cevap "ambiguous" . Çünkü kıvırmak var işin içinde. Neden yaptın sorusunun cevabı en net hali ile "ben bunu yapmak istiyordum. Sana rağmen yaptım" olmalıdır. Kaldı ki, dürüstlüğün tavan yaptığı durumlarda cevap "Yaptım çünkü ben aslında seni yeteri kadar umursamıyorum. Benim tercihlerim, senin durumlarından önce gelir" olabilirdi.
Peki hangimiz bunları yapıyoruz? Hangimiz yanlış ya da doğru bir şeyi yaparken net davranıyoruz. Sorun oluşturcak diye bir şeyleri gizlemeye çalışıyoruz. Madem sorun çıkacak, yine de söylenmeli bazı şeyler bence. Çünkü birey yanlışları ve eksikler ile vardır. Hem birisinin net ve açık olduğu durumda, karşıdaki de bu enerjiyi alır ve olumsuz tavır takınamaz.
Sokakta röpartaj yapan biri ya da katıldığımız evlilik programındaki evlenilecek aday bize "Dürüst müsünüz?" diye sorduğunda, "duruma göre değişir" diyebilen kişi dürüsttür. En azından kendini biliyordur ve hata yapacağının farkındadır.
Dürüst olmama durumunun en üzücüsü ise seven insanlar arasında yaşananıdır. Ailede, iş ortamında ya da arkadaşlar arasında bir şeyi "gizlemek" ve "yokmuş" gibi davranıp yine o işi saklayarak yapmak en acı olanıdır. Bir diğer boyuttan bu mesele şöyle irdelenebilir. Bir durumu sevdiğiniz kişinin yapmamasını istediniz. Ve bunun lafını size etmedi o kişi. Siz de yapılmadı diye karşınızdakine gözünüzde bir puan daha verdiniz. Peki, tam bu noktada karşınızdakinin o işi saklayarak planladığını ve aklında zaten onu bitirmediğini öğrenirseniz ne olur? Hem d bu öğrenme asla o kişi tarafından olmazsa, kaldı ki hiç olmaz bu. Bir şekilde öğrenmişseniz.... Yıkıcı değil mi? Anılarınız canlandı belki bu satırları okurken.
Bu yazıyı kaç kişi okuyacak bilemiyorum, dürüst olayim en fazla 3. Bu konu hakkında ne zamandır yazmak istiyordum, dürüst olayim. Ama beni tetikleyen bir olay oldu da o nedenle yazdım, dürüst olayim. Ve ben bir şeyleri yitiricem, aram bozulacak, değeri gidecek veya üzüleceğim diye net olmaktan kaçmayan biri olmak için sürekli çabalıyorum, dürüst olayim ne kadar yapıyorum bilemiyorum...
23 Ekim 2010 Cumartesi
22 Ekim 2010 Cuma
Tez konusu düşünürken....
Önümüzdeki dönemin başında artık tez konumu belirlemiş ve hazır olmuş olmak istiyorum. Bir süredir kitaplarda, makalelerde, veritabanlarında ve öğretmenlerimde ne ile ilgileneceğimi arıyorum. Bunu bulmak hayli zormuş gerçekten...
Ne istiyorum biliyor musunuz? Öğretimi içersin, yanında da duygusal ya da psikolojik bir etken de olsun. Örneğin, "motivasyon", "başarı" ve "discovery learning" 3 anahtar kelimesinin olacağı bir konu. Araştırmamı bu şekilde yapılandırırsam eminim ilgim sonuna kadar gider. Sevdiğim işleri yapınca ve iyi odaklanınca başarılı olurum.
Evet, örnek güzel ama benim ilgimi çekmiyor. Düşünüyorum ne zamandır. Şu sıralar öğrenme stillerine yoğunlaştım. Aldığım pred492 dersinin etkisi ile bilgiyi alış biçimimiz beni cevbediyor. Ben görsel olsam da diğerleri nasıl öğrenir onu merak ediyorum. Açıkçası görsel-işitsel-dokunsallara göre bir dersin ayarlanıp sonra da denenmesi sıradan gelir. Tez dediğin daha özgün ve "heh" dedirtecek bir şey olmalı. Ama ne? :(
ASCD'nin sitesinde dolaşırken, geniş kapsamlı bir şey ile karşılaştım "Differentiated instruction/learning"... Bu belki de benim istediklerimi verecek bir şekilde. Daha detaylı araştırıyorum. Bu konuda fikir sahibi oldukça yazıcam. Bir de duvarıma boş kağıt yapıştırdım. Tez için çalışabileceğim Aklıma gelen anahtar kelimeleri yazıyorum. Çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Bakalım neler olacak...
Ne istiyorum biliyor musunuz? Öğretimi içersin, yanında da duygusal ya da psikolojik bir etken de olsun. Örneğin, "motivasyon", "başarı" ve "discovery learning" 3 anahtar kelimesinin olacağı bir konu. Araştırmamı bu şekilde yapılandırırsam eminim ilgim sonuna kadar gider. Sevdiğim işleri yapınca ve iyi odaklanınca başarılı olurum.
Evet, örnek güzel ama benim ilgimi çekmiyor. Düşünüyorum ne zamandır. Şu sıralar öğrenme stillerine yoğunlaştım. Aldığım pred492 dersinin etkisi ile bilgiyi alış biçimimiz beni cevbediyor. Ben görsel olsam da diğerleri nasıl öğrenir onu merak ediyorum. Açıkçası görsel-işitsel-dokunsallara göre bir dersin ayarlanıp sonra da denenmesi sıradan gelir. Tez dediğin daha özgün ve "heh" dedirtecek bir şey olmalı. Ama ne? :(
ASCD'nin sitesinde dolaşırken, geniş kapsamlı bir şey ile karşılaştım "Differentiated instruction/learning"... Bu belki de benim istediklerimi verecek bir şekilde. Daha detaylı araştırıyorum. Bu konuda fikir sahibi oldukça yazıcam. Bir de duvarıma boş kağıt yapıştırdım. Tez için çalışabileceğim Aklıma gelen anahtar kelimeleri yazıyorum. Çok yararlı olacağını düşünüyorum.
Bakalım neler olacak...
21 Ekim 2010 Perşembe
Anne bak, "constructivism" çıplak!!!
Lisans hayatında aldığım eğitimle yapılandırmacı yaklaşımı öğrendim ve ateşli bir savunucusu oldum. Ta ki bugün okuduğum makaleye kadar.
Makale Kirschner, Sweller ve Clark (2006) Educational Psychologist dergisinin 41(2)'sinde yayınlamış.Öğretim Model ve Yöntem'leri ile ilgili araştırma yaparken gözüne çarptı. Makale de contructivist yaklaşımı yerine dibine sokuyor. Hem de bir ton bilimsel veri ve açıklama ile.
Başlarda çok çekici geliyor, belki de, "kendi bilgimiz inşa etmek". Ya da "öznel bilgi" çok da önemli. Açıkçası makalenin amacı bir "epistemoloji" olan yapılandırmacılığı kenara itmek değil. Aksine ona saygı duyuyorlar. Yazarlar bu akıma dayanan öğrenme ve öğretme stratejilerine karşı geliyorlar. Özellikle Discovery Learning ve Problem ve Inquiry-based Learning için kallavi araştırmalardan yararlanmışlar. Onlara göre, minimal ya da hiç yapılmayan yardım (guidance) bazen az öğrenmeye bazen hiç öğrenmeye bazen ise negatif öğrenmeye yol açıyor. İlginç değil mi? Benim de hayallerim aynı gemide suya batmıştı.
Çok önemli bir nokta var. Ve belki de 85 kere aynı şeyi farklı kelimeler ile yazmışlar: Bu yaklaşımlar "novice" öğrenciler için uygun değildir. Bir de şu var, önbilgisi olan öğrenciler için kimi zaman yararlı olduklarına şahit olmuşlar. Burada bir an olsun, "constructivist approach" kurtuluyor mı diyecektim. Fakat yazarlar, özellikle Sweller, ne yapıp etmiş meta-analiz sonuçlarını ortaya dökerek bu umudumu da söndürmüş.
Makaleyi çabucak bitirdim, keyifliydi. Yapılandırmacılık hayranlığıma bir tekme attı, ciddi acıtan. Bir anda kendimi "addicted to direct instruction" yapasım geldi. Fakat biraz daha okumalı ve karşı makaleleri de değerlendirmem gerektiğini düşünüyorum. Çarpıcı olan şey ise, sonunda birinin zaten çıplak olan şeyi yüksek sesle dile getirmesini zevkle izledim.
Makale Kirschner, Sweller ve Clark (2006) Educational Psychologist dergisinin 41(2)'sinde yayınlamış.Öğretim Model ve Yöntem'leri ile ilgili araştırma yaparken gözüne çarptı. Makale de contructivist yaklaşımı yerine dibine sokuyor. Hem de bir ton bilimsel veri ve açıklama ile.
Başlarda çok çekici geliyor, belki de, "kendi bilgimiz inşa etmek". Ya da "öznel bilgi" çok da önemli. Açıkçası makalenin amacı bir "epistemoloji" olan yapılandırmacılığı kenara itmek değil. Aksine ona saygı duyuyorlar. Yazarlar bu akıma dayanan öğrenme ve öğretme stratejilerine karşı geliyorlar. Özellikle Discovery Learning ve Problem ve Inquiry-based Learning için kallavi araştırmalardan yararlanmışlar. Onlara göre, minimal ya da hiç yapılmayan yardım (guidance) bazen az öğrenmeye bazen hiç öğrenmeye bazen ise negatif öğrenmeye yol açıyor. İlginç değil mi? Benim de hayallerim aynı gemide suya batmıştı.
Çok önemli bir nokta var. Ve belki de 85 kere aynı şeyi farklı kelimeler ile yazmışlar: Bu yaklaşımlar "novice" öğrenciler için uygun değildir. Bir de şu var, önbilgisi olan öğrenciler için kimi zaman yararlı olduklarına şahit olmuşlar. Burada bir an olsun, "constructivist approach" kurtuluyor mı diyecektim. Fakat yazarlar, özellikle Sweller, ne yapıp etmiş meta-analiz sonuçlarını ortaya dökerek bu umudumu da söndürmüş.
Makaleyi çabucak bitirdim, keyifliydi. Yapılandırmacılık hayranlığıma bir tekme attı, ciddi acıtan. Bir anda kendimi "addicted to direct instruction" yapasım geldi. Fakat biraz daha okumalı ve karşı makaleleri de değerlendirmem gerektiğini düşünüyorum. Çarpıcı olan şey ise, sonunda birinin zaten çıplak olan şeyi yüksek sesle dile getirmesini zevkle izledim.
19 Ekim 2010 Salı
"Hayırlısı olsun...."
Çok duyar oldum bu günlerde bir şeyin hayırlısı olmasını dileme temennisini. Ne demek hayır olsun? Bana kalırsa bir çok insan ya anlamını tam bilmeyerek kullanıyor ya da söyleyecek bir şey kalmayınca. Hani lafı geçiştirmek için. Fakat gerçeği böyle mi?
Bana kalırsa değil. Bugün Doçent hocalarımdan biri "bu yaşıma geldim, gittiğinde üzüldüğüm bir şeyin yerine mutlaka güzeli geldi" ve "sen sıkma canını hayırlısı olacak" diye ekledi. Ben de "buna inandığımdan rahatım" dedim. Hocamın yaşanmışlıkları var, gördükleri doğrultusunda konuştu. Ama ben henüz 23ünde olan ve hiçbir şeyi yaşamamış olan?
Diyelim ki istediğimiz bir şey var. Ve her şartı yerine getirseniz dahi o istediğimiz şey olmuyor, olmuyor... Sinirlenir miyiz? Ben öyle olurum. Peki birine bunu anlattığımızda "hayırlısı olsun" derse ne hissederiz? Biraz umursanmamışlık belki... Asıl diyeceğim o istediğimiz şey ve uğruna didindiğimiz şey gerçekten bizim için iyi olan mıydı? Gerçekten onu elde etsek, onu sevecek miydik? Varsayalım ki öyle, peki neden ona ulaşamadık?
Cevabını bulamayacağımız sorular gibi gözüküyor. Bana göre, bu durumda neye inandığımız önem taşıyor. Biz kısıtlı düşünce becerilerimiz ile bir şeyi istiyoruz. Ama bu istek bizim acizliğimiz dahilinde iyi. Yani o an itibari ile aklımız ve kalbimiz onu istiyor.
Bu durumlarda ben -zaman zaman- tereddüte düşmüyor değilim. Genelde, "bu böyle ise demekki benim istediğim doğru değildi" deyip, istediğim şeyi sorgulamaya başlıyorum. Çünkü ben bilmesem de benden iyi bilen mutlaka var. Önemli olan gerçekten bizim için iyi olan, hoş olan ve doğru olan şeyin zaten geleceğine inanmak.Ve diğer anahtar da sabretmek...
Hepimiz hakkımızda hayırlı olanın olacağına inanmalıyız, çünkü diğeri çok üzücü...
Bana kalırsa değil. Bugün Doçent hocalarımdan biri "bu yaşıma geldim, gittiğinde üzüldüğüm bir şeyin yerine mutlaka güzeli geldi" ve "sen sıkma canını hayırlısı olacak" diye ekledi. Ben de "buna inandığımdan rahatım" dedim. Hocamın yaşanmışlıkları var, gördükleri doğrultusunda konuştu. Ama ben henüz 23ünde olan ve hiçbir şeyi yaşamamış olan?
Diyelim ki istediğimiz bir şey var. Ve her şartı yerine getirseniz dahi o istediğimiz şey olmuyor, olmuyor... Sinirlenir miyiz? Ben öyle olurum. Peki birine bunu anlattığımızda "hayırlısı olsun" derse ne hissederiz? Biraz umursanmamışlık belki... Asıl diyeceğim o istediğimiz şey ve uğruna didindiğimiz şey gerçekten bizim için iyi olan mıydı? Gerçekten onu elde etsek, onu sevecek miydik? Varsayalım ki öyle, peki neden ona ulaşamadık?
Cevabını bulamayacağımız sorular gibi gözüküyor. Bana göre, bu durumda neye inandığımız önem taşıyor. Biz kısıtlı düşünce becerilerimiz ile bir şeyi istiyoruz. Ama bu istek bizim acizliğimiz dahilinde iyi. Yani o an itibari ile aklımız ve kalbimiz onu istiyor.
Bu durumlarda ben -zaman zaman- tereddüte düşmüyor değilim. Genelde, "bu böyle ise demekki benim istediğim doğru değildi" deyip, istediğim şeyi sorgulamaya başlıyorum. Çünkü ben bilmesem de benden iyi bilen mutlaka var. Önemli olan gerçekten bizim için iyi olan, hoş olan ve doğru olan şeyin zaten geleceğine inanmak.Ve diğer anahtar da sabretmek...
Hepimiz hakkımızda hayırlı olanın olacağına inanmalıyız, çünkü diğeri çok üzücü...
13 Ekim 2010 Çarşamba
More than a game...
Oyunlar, kimimizin vazgeçilmezi. Çocuk olalım olmayalım oynarız. Bir de bilgisayar oyunları vardır. Seneler geçti bir çok oyun istmi duydum: Sims, Age of Empires ve GTA ilk akla gelenleri... Ama biri var ki karşılıksız aşk gibi: CM. Güncel adı ile FM.
Bir futbol oyunu değil, bir yönetim oyunu aslında. Oyun da değil bence, "oyundan fazlası, o bir hayat stili". Evet benim de bir hayat stilim var. 1998 yılından beri. Öyle ki sabah 10'da ağır aksak çalışan bilgisayarımı açıp, akşam 10'a kadar başından kalkmamışımdır.
Oyunu oynarken, okulum, arkadaşlarım ve hayatım değişti. Ama her sene yerni sürümünü oynamadan edemedim. Tuhaf bir bağ kurulur o zamanlar. Yani düşünün, bir ekran var ve o ekranda sadece yazılar yazıyor. Adamların koştuğu falan da yok :) Küçük kardeşim Kerem'in ifadesi ile "yazılı maç".
Haytımda çok az şeyin merakla çıkmasını bekledim. Linkin Park'ın Türkiye'ye gelmesi (gittiim) ve yeni album çıkarmaları, Tarkan'ın yeni albümünü çıkarması ve FM'nin yeni versiyonunun çıkması.
Belki de Lost'un constant mantığına göre benim sabitim bu oyun...
Geliyor... 5 Kasım'da... Bekliyorum...
Karşılıksız aşk başlayacak yine...
Ödevlerimi ve araştırmalarımı bir an önce bitirip oyunun başına kurulmalıyım.
Haydi!
Bir futbol oyunu değil, bir yönetim oyunu aslında. Oyun da değil bence, "oyundan fazlası, o bir hayat stili". Evet benim de bir hayat stilim var. 1998 yılından beri. Öyle ki sabah 10'da ağır aksak çalışan bilgisayarımı açıp, akşam 10'a kadar başından kalkmamışımdır.
Oyunu oynarken, okulum, arkadaşlarım ve hayatım değişti. Ama her sene yerni sürümünü oynamadan edemedim. Tuhaf bir bağ kurulur o zamanlar. Yani düşünün, bir ekran var ve o ekranda sadece yazılar yazıyor. Adamların koştuğu falan da yok :) Küçük kardeşim Kerem'in ifadesi ile "yazılı maç".

Belki de Lost'un constant mantığına göre benim sabitim bu oyun...
Geliyor... 5 Kasım'da... Bekliyorum...
Karşılıksız aşk başlayacak yine...
Ödevlerimi ve araştırmalarımı bir an önce bitirip oyunun başına kurulmalıyım.
Haydi!
9 Ekim 2010 Cumartesi
Bizi Bekleyen Altı İmtihan
Bir çoğumuz hayatında sıkıntı yaşıyor, atlatıyor. Yenileri ortaya çıkıyor... Her bir sorun ya da sıkıntıdan sonraki sorun ya da sıkıntı bir öncekinden daha çetrefilli oluyor, olacaktır da. Bana göre bunlar bir sınav, veya en güzel tabiri ile imtihan. Mutlaka imtihana giriyoruz, pekii bunları bir sınıflandırma yapsak kaç tane vardır. Bir takım kaynaklarda 6 tane olduğunu gördüm ve ben de üzerine bir şeyler yazmak istedim. Aşağıda listeledim fakat bu demek değil ki ilk sıralamada olan en önemlisi ya da en çok karşılaşılanı. Bireye çeşidi ve derecesi değişen bir yapısı var bence imtihanların.
1. Makam ve Şöhret Arzusu
Makam denilince, akla ilk olarak genel manada, iş yerindeki hiyerarşik yapıdaki basamaklar geliyor aklıma. Bir insan sadece yükseklerde olabilmek için ve yüksek mertebeye gelebilmek için uğraşabilir. Evet, gelebilir de. Bence sırf bu niyet ile o mevkiye gelen insan imtihanı kaybetmiştir. Ben 23 yaşındayım, henüz düzenli bir işim de yok. Fakat, bu imtihanın bana yansıması bence popülerlik ve çok fazla el üstünde tutulmak ve hatta övülmektir. Arkadaşları, öğretmenleri ve çevresi tarafından yere göğe sığdırılamayan insan için imtihan olunuyor denebilir bana kalırsa. Bu türlü arzuya sahip olan insanlar bence sadece kendilerine değil topluma da zarar veriyor olabilirler. Bir de bu imtihan gerçekten farkedilmez olabiliyor. Derecelerin bir üstünü almak için alın teri ile çalışılsa bile insan bunun farkında olmayabilir.
2. Korku
Tuhaf değil mi? Korkunun imtihanı mı olur diyeceksiniz. oluyordur. Buna benim bakış açım, günümüz insanının yaşadığı stres, tedirginlik ve yetersizlik korkusunun olduğudur. Düşünsenize hangimiz stresli olduğunda ders çalışabilmiştir? Yada eşine ve dostuna iyi davranabilmiştir? Bu gibi hallerde insanın aklı ve iradesi sanki kement ile bağlanır. Her zaman mantıklı kararlar veren siz bile o an şaşırıp kalırsınız. Dikkatli olalım, neden korkacağımızı bilelim.
3. Hırs ile Bir Şeyi İstemek ve Açgözlülük
Bu imtihan bana kalırsa herkesin çoğunlukla yaşadığı. Ve bence her alanda az ve çok yaşıyoruz. Düşünün bir başarılı olduğunuzda daha çok başarılı olmak istemez miydiniz? Ya da para kazanmaya başladığımızda dahasını istemeyenimiz genelde olmaz? "Az daha az daha" deriz hep. Bir insanın iki kova dolusu altını olsa, üçüncüsünü de muhakkak ister. Bunu mikro boyutta da düşünelim. Benim bir arabam olsa, ikincisini istemem belki ama muhtemelen ya modelini yükseltmek isterim ya da markasını. Bir de bahanesi olacaktır bunun: "ihtiyacım vardı." Herhangi bir şeyde kanaat etmek bence en iyisi.
4. Irkçılık
Kimine göre milliyetçiliktir ırkçılık. Farklı iklim ve farklı ulus insanlarının birbirlerine saygılı davranmasını beklememektir bence ırkçı olmak. Aşağılamak ve ezmek. Bunun neresi imtihan diye düşündüğümde aklıma en basitinden Türk ve Kürt meselesi geliyor. Ya da yurtdışındaki Beyaz ve Zenci meselesi. Yapmayabiliriz, yapabiliriz de...
5. Benlik Duygusu
Çok zayıf bir halkadır bu. Ve bana kalırsa bir insan hayatında hiç bir şeyi değiştiremediyse bile ben merkezci zihniyetini söküp atmalı. Neden mi? Düşünün bir, kendini düşünen biri nasıl olur da haklıyı ve haksızı ayırır? Bu imtihanın bana kalırsa şöhret arzusu ile de ilintisi var. Benlik duygusu övgüyü ve ödülü bekler bence. Ve sadece "hep bana" der.
6. Rahata Düşkünlük
Anlaşılmaz ama yaşanır... Rahatsınızdır ama hala rahat değilsinizdir. Daha rahat olmak istersiniz. Düşünün ki bir "hükümdara" gittiniz ve onu siz imtihan edeceksiniz. Tabii o rahatlar içinde, sizce malından size bir şeyleri çok rahatlıkla verir mi? Karşılıklı ya da karşılıksız? Bir diğer bakış açısı ile düşünürsek rehavet de bir imtihandır. Zincirleri kırmak gereklidir.
Bu yazıdaki imtihaları ben dahil tüm insanlar yaşıyordur. Kurtulmak zor bazılarından. Ben bu yazıyı yazarken bir kaçının ben de olduğu farkına vardım...
Hayatta bir çok sıkıntı var, olacak da... Önemli olan onları aşmak değil, imtihanları atlatmaktır...
1. Makam ve Şöhret Arzusu
Makam denilince, akla ilk olarak genel manada, iş yerindeki hiyerarşik yapıdaki basamaklar geliyor aklıma. Bir insan sadece yükseklerde olabilmek için ve yüksek mertebeye gelebilmek için uğraşabilir. Evet, gelebilir de. Bence sırf bu niyet ile o mevkiye gelen insan imtihanı kaybetmiştir. Ben 23 yaşındayım, henüz düzenli bir işim de yok. Fakat, bu imtihanın bana yansıması bence popülerlik ve çok fazla el üstünde tutulmak ve hatta övülmektir. Arkadaşları, öğretmenleri ve çevresi tarafından yere göğe sığdırılamayan insan için imtihan olunuyor denebilir bana kalırsa. Bu türlü arzuya sahip olan insanlar bence sadece kendilerine değil topluma da zarar veriyor olabilirler. Bir de bu imtihan gerçekten farkedilmez olabiliyor. Derecelerin bir üstünü almak için alın teri ile çalışılsa bile insan bunun farkında olmayabilir.
2. Korku
Tuhaf değil mi? Korkunun imtihanı mı olur diyeceksiniz. oluyordur. Buna benim bakış açım, günümüz insanının yaşadığı stres, tedirginlik ve yetersizlik korkusunun olduğudur. Düşünsenize hangimiz stresli olduğunda ders çalışabilmiştir? Yada eşine ve dostuna iyi davranabilmiştir? Bu gibi hallerde insanın aklı ve iradesi sanki kement ile bağlanır. Her zaman mantıklı kararlar veren siz bile o an şaşırıp kalırsınız. Dikkatli olalım, neden korkacağımızı bilelim.
3. Hırs ile Bir Şeyi İstemek ve Açgözlülük
Bu imtihan bana kalırsa herkesin çoğunlukla yaşadığı. Ve bence her alanda az ve çok yaşıyoruz. Düşünün bir başarılı olduğunuzda daha çok başarılı olmak istemez miydiniz? Ya da para kazanmaya başladığımızda dahasını istemeyenimiz genelde olmaz? "Az daha az daha" deriz hep. Bir insanın iki kova dolusu altını olsa, üçüncüsünü de muhakkak ister. Bunu mikro boyutta da düşünelim. Benim bir arabam olsa, ikincisini istemem belki ama muhtemelen ya modelini yükseltmek isterim ya da markasını. Bir de bahanesi olacaktır bunun: "ihtiyacım vardı." Herhangi bir şeyde kanaat etmek bence en iyisi.
4. Irkçılık
Kimine göre milliyetçiliktir ırkçılık. Farklı iklim ve farklı ulus insanlarının birbirlerine saygılı davranmasını beklememektir bence ırkçı olmak. Aşağılamak ve ezmek. Bunun neresi imtihan diye düşündüğümde aklıma en basitinden Türk ve Kürt meselesi geliyor. Ya da yurtdışındaki Beyaz ve Zenci meselesi. Yapmayabiliriz, yapabiliriz de...
5. Benlik Duygusu
Çok zayıf bir halkadır bu. Ve bana kalırsa bir insan hayatında hiç bir şeyi değiştiremediyse bile ben merkezci zihniyetini söküp atmalı. Neden mi? Düşünün bir, kendini düşünen biri nasıl olur da haklıyı ve haksızı ayırır? Bu imtihanın bana kalırsa şöhret arzusu ile de ilintisi var. Benlik duygusu övgüyü ve ödülü bekler bence. Ve sadece "hep bana" der.
6. Rahata Düşkünlük
Anlaşılmaz ama yaşanır... Rahatsınızdır ama hala rahat değilsinizdir. Daha rahat olmak istersiniz. Düşünün ki bir "hükümdara" gittiniz ve onu siz imtihan edeceksiniz. Tabii o rahatlar içinde, sizce malından size bir şeyleri çok rahatlıkla verir mi? Karşılıklı ya da karşılıksız? Bir diğer bakış açısı ile düşünürsek rehavet de bir imtihandır. Zincirleri kırmak gereklidir.
Bu yazıdaki imtihaları ben dahil tüm insanlar yaşıyordur. Kurtulmak zor bazılarından. Ben bu yazıyı yazarken bir kaçının ben de olduğu farkına vardım...
Hayatta bir çok sıkıntı var, olacak da... Önemli olan onları aşmak değil, imtihanları atlatmaktır...
5 Temmuz 2010 Pazartesi
Yalnızlık
Türkçe'de karşılığı nasıl bilemiyorum ama İngilizce'de yalnızlığın farkını ortaya koyan iki kelime var. Birisi "alone", anlamı tek kalmak. Yani yanınızda kimsenin olmaması. Diğeri de, "lonely", anlamı psikolojik olarak yalnız olmak. Belki kalabalık bir yerde arkadaşlarınız ile olabilirsiniz ama lonely olabilirsiniz.
İnsanın temel ihtiyaçlarından biri sevilmek ve değer görmek (bakınız: Maslow's Hierarchy). Nasıl sevilmek ve kimin tarafından olduğu ilk etapta önemli değil. Bir düşünün hepimiz ilgi görmek istemez miyiz? Bazı zamanlarda ilgilenen kişiye ters davransak da aslında bizi mutlu etmez mi bu. Elbette eder...
Bana göre insanlar birlikte olmanın değerini yalnız kalınca anlıyorlar. Düşünün bir, öğrencilik zamanlarında tatildeyken ya da uğraşacak bir şey yokken canınız sıkılmıyor mu? Kısa da olsa bir yalnızlık hissi oturmuyor mu içinize? Süresi kısa çünkü yalnızlığınızı giderebileceğiniz bir ortamınızın oluşması muhtemel. Pekii, bu ihtimalin olmadığını bir düşünün. Yalnızlığınız hiç ama hiç bir şekilde giderilemeyeceğini.
Bana kalırsa, yalnızlık da insan için bir imtihan. Yani bir takım güzelliklere ulaşmak ya da belirli insani vasıfları ve faziletleri kazanmak adına bir deneme. Ne ölçüde bu sınavı geçersek o derece iyi şeyler karşımıza çıkıyor. Bir merdiven gibi düşünebiliriz bunu. Her basamaktan sonra mutlaka yüksek bir basamak var ve atılan her adım hedefe sizi daha da yaklaştırıyor.
Yalnızlık korkutucu... Yalnız kalmadan hepimizin birlikteliğin değerini anlamamız gerekiyor.
İnsanın temel ihtiyaçlarından biri sevilmek ve değer görmek (bakınız: Maslow's Hierarchy). Nasıl sevilmek ve kimin tarafından olduğu ilk etapta önemli değil. Bir düşünün hepimiz ilgi görmek istemez miyiz? Bazı zamanlarda ilgilenen kişiye ters davransak da aslında bizi mutlu etmez mi bu. Elbette eder...
Bana göre insanlar birlikte olmanın değerini yalnız kalınca anlıyorlar. Düşünün bir, öğrencilik zamanlarında tatildeyken ya da uğraşacak bir şey yokken canınız sıkılmıyor mu? Kısa da olsa bir yalnızlık hissi oturmuyor mu içinize? Süresi kısa çünkü yalnızlığınızı giderebileceğiniz bir ortamınızın oluşması muhtemel. Pekii, bu ihtimalin olmadığını bir düşünün. Yalnızlığınız hiç ama hiç bir şekilde giderilemeyeceğini.
Bana kalırsa, yalnızlık da insan için bir imtihan. Yani bir takım güzelliklere ulaşmak ya da belirli insani vasıfları ve faziletleri kazanmak adına bir deneme. Ne ölçüde bu sınavı geçersek o derece iyi şeyler karşımıza çıkıyor. Bir merdiven gibi düşünebiliriz bunu. Her basamaktan sonra mutlaka yüksek bir basamak var ve atılan her adım hedefe sizi daha da yaklaştırıyor.
Yalnızlık korkutucu... Yalnız kalmadan hepimizin birlikteliğin değerini anlamamız gerekiyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)