28 Mayıs 2011 Cumartesi

İki Kum Tanesi

"Günün birinde bir çölde iki kum tanesi karşılaşmış ve birbirlerini çok
sevmişler uzun bir süre çok yakın olmuşlar. Birbirlerini yanlarında,
canlarında olarak sevmeyi öğrenmişler. Derken bir rüzgar çıkmış kum
tanelerinden biri yerinde kalırken diğeri biraz uzağa savrulmuş. Çok
uzak değillermiş ama yinede göremiyorlarmış birbirlerini. Sevgileri hiç
azalmamış yine sevmeye devam etmişler. Birbirlerine ulaştırabildikleri
sesleriyle, haberleriyle yaşıyorlarmış ve artık görmeden seslerinde
sevmeyi öğrenmişler.

Bir gün biri diğerine "sevdamız sonsuza erişmesi için aynı anda bir
dilek dileyelim" demiş. Ikisi de aynı anda bir dilekte bulunmuşlar ve
tam o sırada bir fırtına çıkmış. Bu kavuşmamız, sevdamızın sonsuza dek
sürmesi olabilir diye ikisi de kendilerini fırtınaya bırakmışlar.
Gözlerini kapayıp fırtına dindiğinde sevdalarının yanı başında olmuş
olmayı arzulamışlar. Fırtına o kadar kuvvetliymiş ki o güne kadar
yıllarca yerlerinden kıpırdamayan kumlar bile başka yerlere
savruluyorlarmış.

Fırtına günlerce sürmüş kum taneleri de oradan oraya savrulup durmuşlar.
Ikisini de bir sabırsızlık sarmış. Fırtına durmuyor aksine artıyormuş.
Fırtına dinmek bilmedikçe onlarda sabırla sevmeği öğrenmişler. Günler
geçmiş sonunda fırtına durmuş gözlerini açtıklarında ikisi de başka
alemlerde bulmuşlar kendilerini. Bu fırtınanın onları birleştireceğine
o kadar inanmışlar ki birbirlerini yanlarında bulamayınca yüreklerinde
derin bir acı hissetmişler ve acıyla sevmeği öğrenmişler. Kendilerine
birazcık geldiklerinde ikisi de bu fırtınayla başka başka yerlere
savrulduklarını anlamışlar. Biran ölmek istemişler ama sonra
birbirlerini hiç görmeden,mesafelere, engellere rağmen sevmeği
öğrenmişler. "Eskisi gibi bağırsakta sesimiz ulaşmaz ki birbirimize"
demişler. Ikisi de yeni yerlerinde kimseyle konuşmamışlar ve yıllarca
hep susmuşlar. Hep yeni bir fırtına ümidiyle birbirlerine ihanet
etmeden beklemişler. Böylece umutla sevmeyi öğrenmişler. Yıllar geçmiş ama
sevgileri hiç geçmemiş.

Birbirlerinden hep umutlu olarak yaşamışlar. Bir gün ikisi de
birbirlerinden habersiz aynı anda gözlerini kapamışlar ve kavuşmak için
yeniden fırtına çıkmasını dilemişler. Beklemişler beklemişler ama
fırtına bir türlü çıkmamış. Kendilerini tüm benlikleriyle fırtınaya
bırakmak için oldukları yerde dönmüş durmuşlar ama hepsi nafile küçük
bir rüzgar bile çıkmamış. Sonunda durmuşlar ve gözlerini açmışlar.
Sevdiklerinin, sevdalarının, yıllarca beklediklerinin tam karşısında
durduklarını görmüşler ve hemen ikisi de yıllar önce diledikleri dileği anımsamışlar.
Dilek şöyleymiş "Allah'ım bizi birbirimize her şeyiyle sevmeği
öğrendiğimizde kavuştur. Öğle kavuştur ki sevdamız sonsuza erişsin."
Sonunda anlamışlar ki birbirlerinden çok uzaklarda geçirdiklerini
sandıkları yılları aslında birbir yanı başlarında geçirmişler.
Dileklerinin kabul olması için yılların geçmesi gerektiğini öğrenmişler
çünkü onlar sevmeği her şeyiyle öğrenmeği dilemişler.

Dilekleri kabul olmuş umutla, sabırla, acıyla, yakında, uzakta...her
şeyiyle sevmeği öğrenip birbirlerine kavuşmuşlar. Sevmeği bildikten sonra mesafeler, acılar, yıllar, aylar...asla sevdayı
söndürmez ama sevmeği bilmedikten sonra yanı başındaki sevdiğini bile
yıllarca göremeyebilir insan."

Alıntıdır

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Duygu ve Akıl Paradigması

Akıl ve duygular farklı boyutlarda mı sizce?
İkisi birbirine zıt mı çalışır? İkisi beraber çalışınca, aynı yöne bakınca güzelliklerin oluşmasını mı bekleriz?

Kimisi "çok duygusalım" der; kimisi "çok mantıklıyım" der...
Neden duygu ve mantık ayrı düşünülür ki?
Sevmenin akıl boyutu yok mudur?
Duygular düşünce süzgecinden geçmez mi?

"Akıl sadece mantık demek değildir. Diğer bir vazifesi duyguları yönetebilmektir. İnsanın başarılı ve mutlu olabilmesi için duygularını yönetebilmesi çok önemlidir. Bunun yanında, düşüncelerine duygu katmış insanlar şanslıdır. Çünkü bu kişiler çoğunlukla 'duygusal mantık' ile davranırlar. Akıl işte bu noktada devreye girer. Aklın yüksek kullanımında duyguları göz ardı etmek, onu yarım bırakmak demektir. Bazen mantığın hakimiyetinden çıkıp, sezgilerle karar vermek, iç sesi dinlemek gerekir. İç ses denilen şey ise gönüldür aslında. Olumlu düşünen, ümit duygusu gelişmiş insanların kalbine bir konuda karar verirken ilham gelir. Adeta içinden bir ses 'Buna yönel!' diyerek ona yol gösterir. Bu da içtenlik ve samimiyetin varlığına delildir. Samimi insanlardaki bu gelişmiş sezgi, bir nevi manevi yardım gibidir. Kişi hisleri sayesinde yanlışa gitmekten kurtulur."

"Olaylara duyguları katarak düşünen birinin bazı temel özellikleri vardır. Mesela bu insanlar hayal kurmayı severler. Ama bunlar ergenlik ve lise döneminde kurulan aşıkların hayallerine benzemez. Gerçeğe, belli bir hedefe ve amaca yönelik hayallerdir. bu kişiler, neyi başarmak istiyor, hangi konuyu çözmeye çalışıyorsa, o konuda hayal kurarlar. Düşler sırasında bile kendilerine sıkça "Bu yol beni nereye götürür?" diye sorarlar. Hayal kuran kişilerin daha çok fikir üreten kişiler olduğunu söyleyebiliriz. Ancak sadece hayal kurmak düşünceyi gerçekleştirmek için yetersiz kalır. Hayale duygu eklemek gerekir. Burada da iki türlü duygu vardır. Birincisi korku, korkunun dahil olduğu hayaller savunmaya yöneliktir. İkincisi merak ve hayret, insan düşünce üretimine duygu katıp hayretle hareket ettiği zaman öğrenme ve çalışma aşkı duyar. Ve ihtiyaç duyarak kendini araştırmaya verir."

"Duyguyla beslenen düşünce risk almayı gerektirir. Risk kişiyi başarıya götürür, düşüncelerine yeni anlamlar katmasına yardımcı olur. İnsanı durağanlıktan uzaklaştırır. Bu sebeplerden zorluklarla uğraşmaktan korkmaz. "

Duygular işte bu kadar önemli...
Kendimize ait olan duyguları tanımamız ne kadar da farklılaştırır bizi değil mi?
Mantığınızı o kadar çok kullanırsınız ki, sanırsınız doğru yoldasınız. Korku ile beslenen mantık yolları, çiçek açmaz. Bu sadece insanı olumsuzluğa ve karamsarlığa iter. O durumdan kurtulsanız bile bir sonraki, daha sonraki durumlarda siz yine korkularınızı kullanırsınız...

İşte "Duyguların Dili" adlı eserde Prof. Dr. Nevzat Tarhan bunlardan bahsediyor. Ondan bir kaç alıntı yaparak duygu ve akıl arasındaki bağı anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Bu sıralar üzerine düşündüğüm konu bu.

Tavsiyem odur ki; sadece aklınıza uyarak hareket etmeyin, çünkü insanda sadece kendinin anlayabileceği derinden bir sezgi gücü vardır. Onu keşfetmeye koyulun...